Yıllar sonra ilk kez geçen yıl açıldı Taksim Meydanı 1 Mayıs’a; bu yıl da ikinci randevu gerçekleşti daha büyük bir katılımla.
İlkinde Mecidiyeköy’den yürüdüm alana; bu kez Beşiktaş’tan yürüdüm Gümüşsuyu’na.
“Özgür basın özgür toplum” pankartının arkasındaki meslektaşların yanına ulaştığımda tişörtüm sırılsıklamdı. Hemen İstiklal Caddesi’nden bir tişört alındı ve yine kortejin içine dalındı.
Bunun adı belli: İdmansız bir masa başı çalışanı, aktivist olmak için biraz yaşlanmış biraz da hamlaşmış. Oysa kortejin başında saatlerce pankart taşıyan 1 Mayıs 1977 kitabının da yazarı Nail Güreli çakı gibiydi, dimdik ayaktaydı.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in arkadaşları grubundan Gülşah Karadağ’a “Pek kalabalık değiliz” dedim (50-70 kişi) Gülşah “Geçen yıl 15-20 kişiydik” dedi.
Meydan da aynı şekilde, geçen yıldan daha kalabalıktı. Dolduğunda hala meydana doğru yürüyen kortejin ucu Şişli’ye uzanıyordu. Alana sık sık “Safları sıklaştırın” anonsu yapıldı. Yine de yetmeyince, yeni gelenler, Gezi Parkı’na yönlendirildi.
Kitle büyüktü ama marşlardaki karnesi zayıftı.
En güçlü eşlik edilen marş 1 Mayıs Marşı’ydı ama onda bile ne yükselen ses ne sıkılan yumruklar yeterliydi. Avanti Popolo, Venceremos ya da Enternasyonal çalındığında katılım hemen düşüyordu.
12 Eylül öncesi toplam 2,5 milyon olan sendikalı sayısı nüfusun en az ikiye katlandığı Türkiye’de bugün 650 bine düşmüştü.
Yani kolu kanadı kırılmış, sadece işçilerde değil diğer gruplarda da örgütsel gücü zayıflamış bir kitle, galiba ruh hali olarak da biraz yorgun biraz umutsuzdu.
(Şüphesiz bu tasvirin aksine, ateşli on binlerce insan vardı meydanda. Yazdıklarım sadece benim genele dair izlenimlerim.)
Meydanın önemli bir unsuru da BDP’lilerdi. Ama Türk siyasetiyle Kürt siyaseti arasındaki mesafe burada da tam kapanmıyordu.
Türkiye’de bilinen en yaygın yabancı dil İngilizceden meydandakilerin de bir kısmı nasibini almıştı belki ama yan yana yaşadığımız Kürtlerin dilinden en azından meramı anlamaya yetecek kadar bilen çok ama çok azdı. Bu, meydanda da gözleniyordu. Tam ve ideal bir ortaklık kurulamıyordu. Örneğin Grup Yorum ve Kardeş Türküler’in ardından sahneye Agire Jiyan (Yaşam Ateşi) çıktığında meydandan yavaş yavaş kopanların sayısı artıyordu.
Eyleme katılanların bir kısmı evine döndü. Bir kısmı ise İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarına dağıldı. Diğer sokaklarda durum neydi bilmiyorum ama Mis Sokak’ta tam bir şenlik vardı.
Sokaktaki kafe ve barlar bu kez alancılarla işgal edilmişti. Çaya, kahveye, biraya eşlik eden repertuvar işletme sahiplerince günün anlam ve önemine göre seçilmişti. “Dostların arasındayız güneşin sofrasındayız” bu manzara için de yazılmış mıydı bilmiyorum ama ‘Sokak’ta çınladığında en çok bu marşa eşlik edildi. 1 Mayıs’ın da ‘after party’si olacağı daha önce hiç aklıma gelmemişti.
1 Mayıs 2011 benim gözümden böyle geçti. Biraz sıkı biraz gevşek, biraz güncel biraz nostaljik, biraz bilinçli biraz lümpen ama ertesi güne bile yansıyan adale ağrılarıyla güzel ve unutulmazdı.
Benim gözümden 1 Mayıs
Yıllar sonra ilk kez geçen yıl açıldı Taksim Meydanı 1 Mayıs’a;
bu yıl da ikinci randevu gerçekleşti daha büyük bir katılımla.
İlkinde Mecidiyeköy’den yürüdüm alana;
bu kez Beşiktaş’tan yürüdüm Gümüşsuyu’na.
“Özgür basın özgür toplum” pankartının arkasındaki meslektaşların
yanına ulaştığımda
tişörtüm sırılsıklamdı.
Hemen İstiklal Caddesi’nden bir tişört alındı
ve yine kortejin içine dalındı.
Bunun adı belli:
İdmansız bir masa başı çalışanı,
aktivist olmak için biraz yaşlanmış biraz da hamlaşmış.
Oysa kortejin başında saatlerce pankart taşıyan
1 Mayıs 1977 kitabının da yazarı Nail Güreli
çakı gibiydi, dimdik ayaktaydı.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in arkadaşları grubundan Gülşah Karadağ’a
“Pek kalabalık değiliz” dedim (50-70 kişi)
Gülşah “Geçen yıl 15-20 kişiydik” dedi.
Meydan da aynı şekilde,
geçen yıldan daha kalabalıktı.
Dolduğunda hala meydana doğru yürüyen kortejin ucu
Şişli’ye uzanıyordu.
Alana sık sık “Safları sıklaştırın” anonsu yapıldı.
Yine de yetmeyince, yeni gelenler, Gezi Parkı’na yönlendirildi.
Kitle büyüktü
ama marşlardaki karnesi zayıftı.
En güçlü eşlik edilen marş 1 Mayıs Marşı’ydı
ama onda bile ne yükselen ses ne sıkılan yumruklar yeterliydi.
Avanti Popolo, Venceremos ya da Enternasyonal çalındığında
katılım hemen düşüyordu.
12 Eylül öncesi toplam 2,5 milyon olan sendikalı sayısı
nüfusun en az ikiye katlandığı Türkiye’de
bugün 650 bine düşmüştü.
Yani kolu kanadı kırılmış,
sadece işçilerde değil
diğer gruplarda da örgütsel gücü zayıflamış bir kitle,
galiba ruh hali olarak da biraz yorgun biraz umutsuzdu.
(Şüphesiz bu tasvirin aksine, ateşli on binlerce insan vardı meydanda.
Yazdıklarım sadece benim genele dair izlenimlerim.)
Meydanın önemli bir unsuru da BDP’lilerdi.
Ama Türk siyasetiyle Kürt siyaseti arasındaki mesafe
burada da tam kapanmıyordu.
Türkiye’de bilinen en yaygın yabancı dil İngilizceden
meydandakilerin de bir kısmı nasibini almıştı belki ama
yan yana yaşadığımız Kürtlerin dilinden
en azından meramı anlamaya yetecek kadar bilen çok ama çok azdı.
Bu, meydanda da gözleniyordu.
Tam ve ideal bir ortaklık kurulamıyordu.
Örneğin Grup Yorum ve Kardeş Türküler’in ardından
sahneye Agire Jiyan (Yaşam Ateşi) çıktığında
meydandan yavaş yavaş kopanların sayısı artıyordu.
Eyleme katılanların bir kısmı evine döndü.
Bir kısmı ise İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarına dağıldı.
Diğer sokaklarda durum neydi bilmiyorum ama
Mis Sokak’ta tam bir şenlik vardı.
Sokaktaki kafe ve barlar
bu kez alancılarla işgal edilmişti.
Çaya, kahveye, biraya eşlik eden repertuvar
işletme sahiplerince günün anlam ve önemine göre seçilmişti.
“Dostların arasındayız güneşin sofrasındayız”
bu manzara için de yazılmış mıydı bilmiyorum ama
‘Sokak’ta çınladığında en çok
bu marşa eşlik edildi.
1 Mayıs’ın da ‘after party’si olacağı
daha önce hiç aklıma gelmemişti.
1 Mayıs 2011 benim gözümden böyle geçti.
Biraz sıkı biraz gevşek,
biraz güncel biraz nostaljik,
biraz bilinçli biraz lümpen
ama ertesi güne bile yansıyan adale ağrılarıyla
güzel ve unutulmazdı.
1 Mayıs 2011