İyi ki öyle davranmışım İyi ki akıntıya kapılmamışım İyi ki aykırı durmuşum İyi ki silah sesleri her yükseldiğinde “Çatışma şiddetlendi” dememişim İyi ki sadece “Silah sesleri yükseldi” demişim İyi ki çatışma sözcüğünün ne anlama geldiğinin farkında olmuşum İyi ki endişeyle bekleyen o anaların bakışlarını aklımdan hiç çıkarmamışım Çünkü onlardan biri çocuğunu yani canını kaybedecekse bu operasyonda olan biteni yanlış aktarmak ikinci bir hançer olacaktı yüreklerinde.
İyi ki yanına bile yaklaştırılmadığımız cezaevine uzaktan bakıp içeriyi görüyormuş gibi yapmamışım.
Aydın Engin’in “Kullanabildiğim en ağır tabir bu” notuyla ‘ahlaksız bir isim’ diye nitelediği “Hayata Dönüş” operasyonunun aslında nasıl “Tufan” adlı planla ince ince kurgulandığı ortaya çıkınca ve o operasyonun kamuoyuna yansıtılışı sırasında medyanın ağır sabıkasının tartışıldığı bu günlerde ben genç muhabirlik dönemimi hatırladım.
Çok kıdemli bir muhabir değildim. Çok da uzun sürmedi zaten muhabirlik yıllarım. Belki biraz da o yüzden diğer meslektaşlarımın reflekslerinden izoleydim. Anlayamıyordum. Bırakın o duvarların arkasında neler olduğunu görmek dış kapının bile hayli uzağındayken resmi ağızlara bu kadar itibar ederek içeride olanları aynen o doğrultuda tarif etmek nasıl bir gazetecilikti nasıl bir mantıktı nasıl bir akıldı.
Geçenlerde Haberaktif’te Avukat Güçlü Sevimli vardı Hayata Dönüş Operasyonu kitabının yazarı “11 yıl sonra açığa çıkan Tufan planı dava sürecini nasıl etkiler?” dedik “Etkilemez” dedi. “Nasıl etkilemez?” “Hayata dönüş operasyonunun Ümraniye Cezaevi ayağında yaşananlarla ilgili benzer planlar birkaç yıl önce mahkemeye sunuldu ama dava sürecine hiçbir katkı sağlamadı” dedi. İçimden “Yuh” dedim.
Yani şu an büyük bir olay gibi yaklaştığımız Tufan planının paraleli aslında daha önce ortaya çıkmış ve bir şey değiştirmemiş.
Çok ilgili değil ama aklıma Yeni Türkü’nün şarkısı geldi Nazım’ın şiiri İbrahim Balaban’ın Mahpushane Kapısı adlı tablosundan ilham alarak yazdığı…
Altı kadın vardı demir kapının önünde, beşi toprağa oturmuş, ayakta biri;
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde. besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi.
altı kadın vardı demir kapının önünde, ayakları sabırlı, ellerinde keder,
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, cin gibi bakıyor kundaktakiler.
altı kadın vardı demir kapının önünde, sımsıkı gizlemişler saçlarını,
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, biri kavuşturmuş avuçlarını.
bir jandarma vardı demir kapının önünde. ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak.
bir beygir vardı demir kapının önünde, nerdeyse ağlayacak.
bir köpek vardı demir kapının önünde. burnu kara, tüyü sarı,
kamış sepetlerde yeşil biber vardı, torbalarda kömür, heybelerde soğan sarımsak.
altı kadın vardı demir kapının önünde ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim; altı kadından biri sen değildin, ama beş yüz erkekten biri bendim.
Hayattan Dönüş
İyi ki öyle davranmışım
İyi ki akıntıya kapılmamışım
İyi ki aykırı durmuşum
İyi ki silah sesleri her yükseldiğinde “Çatışma şiddetlendi” dememişim
İyi ki sadece “Silah sesleri yükseldi” demişim
İyi ki çatışma sözcüğünün ne anlama geldiğinin farkında olmuşum
İyi ki endişeyle bekleyen o anaların bakışlarını aklımdan hiç çıkarmamışım
Çünkü onlardan biri çocuğunu yani canını kaybedecekse bu operasyonda
olan biteni yanlış aktarmak ikinci bir hançer olacaktı yüreklerinde.
İyi ki yanına bile yaklaştırılmadığımız cezaevine uzaktan bakıp
içeriyi görüyormuş gibi yapmamışım.
Aydın Engin’in “Kullanabildiğim en ağır tabir bu” notuyla
‘ahlaksız bir isim’ diye nitelediği “Hayata Dönüş” operasyonunun
aslında nasıl “Tufan” adlı planla ince ince kurgulandığı ortaya çıkınca
ve o operasyonun kamuoyuna yansıtılışı sırasında
medyanın ağır sabıkasının tartışıldığı bu günlerde
ben genç muhabirlik dönemimi hatırladım.
Çok kıdemli bir muhabir değildim.
Çok da uzun sürmedi zaten muhabirlik yıllarım.
Belki biraz da o yüzden diğer meslektaşlarımın reflekslerinden izoleydim.
Anlayamıyordum.
Bırakın o duvarların arkasında neler olduğunu görmek
dış kapının bile hayli uzağındayken
resmi ağızlara bu kadar itibar ederek
içeride olanları aynen o doğrultuda tarif etmek
nasıl bir gazetecilikti
nasıl bir mantıktı
nasıl bir akıldı.
Geçenlerde Haberaktif’te Avukat Güçlü Sevimli vardı
Hayata Dönüş Operasyonu kitabının yazarı
“11 yıl sonra açığa çıkan Tufan planı dava sürecini nasıl etkiler?” dedik
“Etkilemez” dedi.
“Nasıl etkilemez?”
“Hayata dönüş operasyonunun Ümraniye Cezaevi ayağında yaşananlarla ilgili
benzer planlar birkaç yıl önce mahkemeye sunuldu
ama dava sürecine hiçbir katkı sağlamadı” dedi.
İçimden “Yuh” dedim.
Yani şu an büyük bir olay gibi yaklaştığımız Tufan planının paraleli
aslında daha önce ortaya çıkmış
ve bir şey değiştirmemiş.
Çok ilgili değil ama aklıma Yeni Türkü’nün şarkısı geldi
Nazım’ın şiiri
İbrahim Balaban’ın Mahpushane Kapısı adlı tablosundan ilham alarak yazdığı…
Altı kadın vardı demir kapının önünde,
beşi toprağa oturmuş, ayakta biri;
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde.
besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi.
altı kadın vardı demir kapının önünde,
ayakları sabırlı, ellerinde keder,
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,
cin gibi bakıyor kundaktakiler.
altı kadın vardı demir kapının önünde,
sımsıkı gizlemişler saçlarını,
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,
biri kavuşturmuş avuçlarını.
bir jandarma vardı demir kapının önünde.
ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak.
bir beygir vardı demir kapının önünde,
nerdeyse ağlayacak.
bir köpek vardı demir kapının önünde.
burnu kara, tüyü sarı,
kamış sepetlerde yeşil biber vardı,
torbalarda kömür, heybelerde soğan sarımsak.
altı kadın vardı demir kapının önünde
ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;
altı kadından biri sen değildin, ama
beş yüz erkekten biri bendim.
9 Nisan 2011