Hastaydım Hem de yıllardır olmadığı kadar. Yıllardır olmadığı kadar yatmak ve ekrandan uzak kalmak durumunda kaldım. Belki de yıllardır hiçbir hastalığı ekrana engel görmediğim için… Belki de yıllardır hiçbir hastalıkta dinlenmediğim için… Belki de hem bunlardan hem de kendi aymazlığımdan…
Her neyse. İki hafta sonra şirkete döndüm. Üç hafta sonra ekrana döndüm. Dört hafta sonra, 40 derecelik o şuursuz günler hiç olmamış gibi, haber koşuşturmasının, stresin, adrenalinin tam ortasındaydım.
Ancak yazmak hiç olmadığı kadar güç artık benim için. Çünkü sigarayı bıraktım. Hem de bıçak gibi. Yazı ve sigara yıllardır öyle bütünleşmiş ve refleks olmuş ki… Hala zorlanma safhasındayım.
Hastalanmadan hemen önce 8.Gün’de Nazlı Ilıcak’la ciddi bir kriz yaşamıştım. tv 8’de yasal yollarla elde edilmemiş ses kayıtlarına ve onların içeriklerine yer vermeme ilkemizi Nazlı Hanım’a hatırlatma çabamız onun “eee içine ettiniz be” sözleriyle karşılanmıştı. Ertesi gün hasta anamı ziyaret için İzmir yollarındayken telefonlarım susmuyordu Anladım ki sadece telefon trafiğimde değil internet sitelerinde de geniş yankı bulmuştu programda olanlar.
Bir sonraki gün ‘yatak döşek’tim. Hasta anamı göreyim derken ben daha ağır hasta olmuştum. O gün Nazlı Hanım’ın Sabah’taki köşesinde “döşendiğini” öğrendim Döşenmiş diyorum çünkü sadece kendini savunmamış, bana ve bize sallamış. Ağzından çıkan “eee içine ettiniz be” sözlerinden dolayı ise ne bir üzüntü ne bir pişmanlık.
Bir de Baykal’a ait olduğu öne sürülen kasetten söz etmiş, emsal vermiş, zamanında bunlar konuşulmadı mı demiş. Alakasız olmuş. Sanki biz yayınlarımızda o kasetin içeriğini vermişiz ya da içeriğinden söz etmişiz ya da tek tek oradaki sahneleri programda konuşmuşuz gibi. Aksine daha o görüntüler internete ilk düştüğünde Twitter’da binlerce takipçisine kendisi link vermiş ve bu 8.Gün’de ortaya çıktığında programda hatırı sayılır ölçüde bir gürültü kopmuştu.
Tabii ki hasta yatağımdan ona yanıt verecek değildim. Bu işi uzatmak niyetinde de değilim. Ama yayıncılık ilkelerinde ısrar eden birinin bu kadar garip, tuhaf karşılanması üzücüydü.
Hastalık nedeniyle ekrandan uzak kaldığım dönemde ve sonrasında en çok Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tutuklanması konuşuldu. Ahmet Şık’ın Kırk Katır Kırk Satır adlı kitabında benim için imzaladığı bölüm hafızamda hala çok taze:
“Sevgili olamayan ve olamayacak Ergenekon’dan dileğim, Gerçekten derin devletin, infazların, işkencelerin, faili meçhul cinayetlerin ve birçok insan hakları ve demokrasi ihlalini gerçekleştirenlerin gerçekten yargılanabileceği ve cezalandırılacağı bir yargı sistemiyle ve gerçek demokrasiye ulaşabileceğimiz bir Türkiye … 22.02.2010”
2010’da bunu yazan Ahmet Şık şimdi Ergenekon üyeliğinden tutuklu. İşte bugünlerde onunla ilgili bazı gazetelerde sık okuyabileceğiniz bir haber cümlesi: "Ancak Ahmet Şık'ın, iddialarının aksine, Ulusal Medya 2010 belgesinde yer alan talimatları bire bir yerine getirdiği görülüyor" Böyle bir haber cümlesi olmaz. Hiç olmazsa şöyle yaz be arkadaş: "Ancak Ahmet Şık’ın çalışmasındaki notlar Ulusal Medya 2010 iddialarına dair şüphe uyandırıyor.” Bu da yetmez. Bi zahmet haberine Şık’ın avukatlarının bu iddialara ne dediğini de iliştir. Yani haber yaz yargıçlık yapma.
Ama öyle ya nihayetinde bu da bir habercilik ilkesi ve eminim bunları hatırlatmak da bazılarının ters bakışlarına, tuhaf değerlendirmelerine yol açacaktır.
Neyse daha fazla uzatmayayım. Artık sigarasız da yazmayı öğreniyorum. Burada daha sık buluşma sözü veriyorum.
Yeniden Merhaba
Hastaydım
Hem de yıllardır olmadığı kadar.
Yıllardır olmadığı kadar yatmak
ve ekrandan uzak kalmak durumunda kaldım.
Belki de yıllardır hiçbir hastalığı ekrana engel görmediğim için…
Belki de yıllardır hiçbir hastalıkta dinlenmediğim için…
Belki de hem bunlardan hem de kendi aymazlığımdan…
Her neyse.
İki hafta sonra şirkete döndüm.
Üç hafta sonra ekrana döndüm.
Dört hafta sonra, 40 derecelik o şuursuz günler hiç olmamış gibi,
haber koşuşturmasının, stresin, adrenalinin tam ortasındaydım.
Ancak yazmak hiç olmadığı kadar güç artık benim için.
Çünkü sigarayı bıraktım.
Hem de bıçak gibi.
Yazı ve sigara yıllardır öyle bütünleşmiş ve refleks olmuş ki…
Hala zorlanma safhasındayım.
Hastalanmadan hemen önce 8.Gün’de
Nazlı Ilıcak’la ciddi bir kriz yaşamıştım.
tv 8’de yasal yollarla elde edilmemiş ses kayıtlarına
ve onların içeriklerine yer vermeme ilkemizi
Nazlı Hanım’a hatırlatma çabamız
onun “eee içine ettiniz be” sözleriyle karşılanmıştı.
Ertesi gün hasta anamı ziyaret için İzmir yollarındayken
telefonlarım susmuyordu
Anladım ki sadece telefon trafiğimde değil
internet sitelerinde de geniş yankı bulmuştu programda olanlar.
Bir sonraki gün ‘yatak döşek’tim.
Hasta anamı göreyim derken ben daha ağır hasta olmuştum.
O gün Nazlı Hanım’ın Sabah’taki köşesinde “döşendiğini” öğrendim
Döşenmiş diyorum çünkü sadece kendini savunmamış,
bana ve bize sallamış.
Ağzından çıkan “eee içine ettiniz be” sözlerinden dolayı ise
ne bir üzüntü ne bir pişmanlık.
Bir de Baykal’a ait olduğu öne sürülen kasetten söz etmiş,
emsal vermiş, zamanında bunlar konuşulmadı mı demiş.
Alakasız olmuş.
Sanki biz yayınlarımızda o kasetin içeriğini vermişiz
ya da içeriğinden söz etmişiz
ya da tek tek oradaki sahneleri programda konuşmuşuz gibi.
Aksine daha o görüntüler internete ilk düştüğünde
Twitter’da binlerce takipçisine kendisi link vermiş
ve bu 8.Gün’de ortaya çıktığında
programda hatırı sayılır ölçüde bir gürültü kopmuştu.
Tabii ki hasta yatağımdan ona yanıt verecek değildim.
Bu işi uzatmak niyetinde de değilim.
Ama yayıncılık ilkelerinde ısrar eden birinin
bu kadar garip, tuhaf karşılanması üzücüydü.
Hastalık nedeniyle ekrandan uzak kaldığım dönemde ve sonrasında
en çok Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tutuklanması konuşuldu.
Ahmet Şık’ın Kırk Katır Kırk Satır adlı kitabında
benim için imzaladığı bölüm hafızamda hala çok taze:
“Sevgili olamayan ve olamayacak Ergenekon’dan dileğim,
Gerçekten derin devletin, infazların, işkencelerin,
faili meçhul cinayetlerin
ve birçok insan hakları ve demokrasi ihlalini gerçekleştirenlerin
gerçekten yargılanabileceği
ve cezalandırılacağı bir yargı sistemiyle
ve gerçek demokrasiye ulaşabileceğimiz bir Türkiye …
22.02.2010”
2010’da bunu yazan Ahmet Şık şimdi Ergenekon üyeliğinden tutuklu.
İşte bugünlerde onunla ilgili bazı gazetelerde sık okuyabileceğiniz bir haber cümlesi:
"Ancak Ahmet Şık'ın, iddialarının aksine, Ulusal Medya 2010 belgesinde yer alan talimatları bire bir yerine getirdiği görülüyor"
Böyle bir haber cümlesi olmaz.
Hiç olmazsa şöyle yaz be arkadaş:
"Ancak Ahmet Şık’ın çalışmasındaki notlar Ulusal Medya 2010 iddialarına dair şüphe uyandırıyor.”
Bu da yetmez.
Bi zahmet haberine Şık’ın avukatlarının bu iddialara ne dediğini de iliştir.
Yani haber yaz yargıçlık yapma.
Ama öyle ya nihayetinde bu da bir habercilik ilkesi
ve eminim bunları hatırlatmak da bazılarının ters bakışlarına,
tuhaf değerlendirmelerine yol açacaktır.
Neyse daha fazla uzatmayayım.
Artık sigarasız da yazmayı öğreniyorum.
Burada daha sık buluşma sözü veriyorum.
5 Nisan 2011