Yaz saati ölümden kurtardı

New York’ta Beş Minare…
Haftalar sonra izledim…
Çok konuşulan her popüler kültür ürününü ancak gürültü dindikten sonra izlediğim gibi…
Pardon, bir düzeltme…
Şu vampir serisinin her filmini ilk gösterime girdiği gün izledim.
Ama bu benden kaynaklanmadı.
Eşim Deniz, hastasıydı bu dizinin ve “Biz niye bu vampiri bu kadar yakından takip ediyoruz” direnişim kar etmedi
Bu kez de ben dedim Deniz’e, kalk gidelim diye.
Film üzerine fazla şey yazmak istemiyorum, sadece beklenti düzeyimizi karşılamadığını belirtip geçeyim.
Filmden çıktık ve Taksim Meydanı’na yürüdük.
Islak hamburgerlerimizi aldık.
Gözümüz bir yandan da meydanın en çok iş yapan kestanecisinde.
Deniz “Kestane de alalım mı?” dedi.
Lokmalarımız bitince ben tam kestaneciye yönelirken Deniz çekti kolumdan:
“Yürü gidelim”
“Ama kestane alacaktık”
“Yürü”
Yürüdük.
Bir kestaneci daha çıktı karşımıza.
Deniz hemen kestane söyledi
“Az önce niye almadın?” dedim.
“Bu daha az iş yapıyor” dedi.
“Bu ne vicdan” derken gözlerim bir noktaya sabitlendi.
Burası Taksim Meydanı’nda birkaç hafta önce patlamanın meydana geldiği yerin tam karşısı.
Aramızda sadece metreler var.
Kestanecinin adı Mehmet.
Beni tanıdı çok sıcak karşıladı.
Televizyonda göründüğüm için değil,
28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü etkinliği dolayısıyla.
Umut Vakfı’nın her yıl Taksim’de düzenlediği Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşünü gönüllü olarak ben sunarım.
O tören tam da o kestanecinin karşısında olur.
Mehmet Usta sıcak sıcak torpilli kestanelerimizi hazırlarken gözüm hep orada.
Tam da saldırının meydana geldiği yerde.
Görüntüler canlanıyor aklımda.
Daha fazla dayanamadım ve sordum:
- Siz neredeydiniz saldırının olduğu gün?
- Abi hatırlarsan saatler bir saat geri alınmıştı o gün.
- Evet.
- İşte ben o bir saat sayesinde hayattayım şimdi.
Yani o gün yaz saati uygulaması bitmeseydi, Mehmet Usta belki de tezgahının başında ölecekti.
Biraz daha sohbet ettik. Neler yaptığını, kaç çocuğu olduğunu, sorunlarını konuştuk.
“Vay be!” dedik, kestaneleri aldık, otoparka yürüdük.
Arabada sesli düşünmeye başladım: farklıhaber8’e ne yazsam ya?
Sessizlik…
Bir iki dakika sonra “Haydaaa” diye bağırdım.
Deniz korktu: Ne oldu?
Neden o kestaneciyle bir fotoğraf çekmedim ki?
Saatler geri alındığı için hayatta kalan kestaneci,
gayet de iyi bir yazı konusu olurdu.
Ben nasıl atladım bunu? Nasıl uyanmadım?
Habercilik refleksimin öldüğü bir noktaydı.
Yazık bana.
Yine de kıssadan hisseyle teselli ettim kendimi.
Farklıhaber8 habercilik refleksimizi daha da kamçılayan bir olgu artık bizim için.
Artık sadece sorumlu olduğumuz TV yayınlarını değil farklıhaber8’i de aklımızın bir köşesinde hep tutacağız.
Ayrıca sadece fotoğraf da yetmez.
Her an her yerde farklıhaber8’e gönderebileceğimiz bir röportaj için,
yazılı basın habercileri gibi bir ses kayıt cihazı da lazım.
Haluk Hocam var mı elinizde?
Yoksa bizden mi olsun… 2 Aralık 2010

Toplam Yorum: ...
captcha
Resimde gördüğünüz harfleri yukarıdaki alana giriniz