Türban hala yangın yeri

“Tıpkı kafası bozulan bir konuğun canlı yayında stüdyoyu terk etmesi gibi...Az kalsın canlı yayında istifayı basarak çekip gidecek ve "hafif çapta bir skandal"a sebebiyet verecektim.”

Geçenlerde başörtüsüyle ilgili yaptığı bir Tarafsız Bölge yayınından sonra Ahmet Hakan yazmıştı bu satırları. Tartışmanın iyice alevlendiği, kimin ne konuştuğunun anlaşılamadığı anlarda, kontrolü bir türlü sağlayamadığını anlatıyordu. Kendisini aciz, işlevsiz, söz geçiremez, dağılmış buluyordu. Okuduğumda “Tesadüfe bak” dedim. Aynı gece biz de 8.Gün’de o konuyu işlemiştik. Bizim program da aynen Ahmet Hakan’ın tarif ettiği şekilde geçmişti. Ahmet Hakan’ın yazısında ifade ettiği duygular, benim 8.Gün’de hissettiklerimle örtüşüyordu. Ahmet Hakan’ın haleti ruhiye tarifini okurken “Yahu bu benim” diyordum; bu, türbanın işlendiği 8.Gün’ün moderatörü Gökmen Karadağ’ın ruh halinin tasviri.

Belki 1000 kez hakkında program yapılmış türban meselesiyle ilgili 1001. Programda hala bu kadar büyük tartışma yaşanır mı, ortalık bu kadar yangın yerine döner mi? Ahmet Hakan tahmin etmiş miydi bilmiyorum ama ben etmemiştim.

Bir yanda Prof. Haluk Şahin, Prof. Süheyl Batum ve Ali Sirmen vardı. Diğer yanda Nazlı Ilıcak, Prof. Mehmet Bekaroğlu ve Reşat Petek vardı. Türbanın üniversitelerde serbest bırakılması konusunda bir ihtilaf yoktu. Ama yine de tartışma kısa sürede alevlendi. Hem de hiç beklemediğim kadar. Sanki yıllardır söylenecek her şeyin söylendiği, sonra rafa kaldırılan ve bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun çıkışının ardından yeniden dolaşıma sürülen bir konuyu değil de ilk kez ele alınan bir konuyu tartışıyorduk. Sanki katılımcılarımız birbirlerine karşı ilk kez argümanlarını söylüyorlar, bu konuyu ilk kez tartışıyorlarmış gibiydi. Hiddetli, şiddetli ve ihtiraslı. Söz alma, söz kesme konusunda müthiş bir iştah ve program raydan çıkmasın diye uğraşan, “Bir saniye bir saniye” diye diye süreci nafile kontrol etmeye çalışan ben ve katılımcılarım.

Kimseyi illa ki tartışsınlar diye kışkırtmayız ama makul düzeyde bir tartışma çıktığında da hayır demeyiz. Çünkü bizim zevkle izlediğimiz o tartışmaları biliriz ki seyircilerimiz de ilgiyle takip eder. Ama kantarın topuzunu kaçırmamak için maksimum çaba gösteririz. Çoğu zaman da başarılı oluruz. Türbanın konuşulduğu o 8.Gün de böyle makul sınırlar içinde geçseydi bu yazı yazılmayacaktı. Ama öyle olmadı. Stüdyo yangın yerine döndü. O yangın reklam arasında söner derken daha da alevlendi. Reklam arası yaşananlar yayın ateşini, yayının ateşi reklam arasını körükledi. Programın sonlarına doğru artık iş şu noktaya varmıştı. Reşat Petek, Süheyl Batum’un konuşma süresine isyan etti, ayağa kalktı ve “Ben gidiyorum” dedi. O anlardan önce de reklam arasında neredeyse Mehmet Bekaroğlu gidiyordu.

Tartışmayı ne kadar hakim konumda yönettiğim konusunda iddialı değilim ama eksiksiz tamamlamayı başardık. Eve gittiğimde uzun süre düşündüm. Bir türban tartışmasının nasıl hala bu kadar yüksek perdeden yürüyebildiğini anlamaya çalıştım. Sanırım bu toprakların üzerinde hala referandum sonuçlarının gerginliği var. Hala yüzde 42 ile yüzde 58’in, bazı politikalar değişmedikçe asla dindirilemeyecek karşılıklı şüpheciliği ve güvensizliği var. Tabii bir de üniversitede türban serbestisi sağlanır sağlanmaz birilerinin türbana ilköğretimin de kapılarını zorlama girişimi var. Yani türban ya da başörtüsü hala yangın yeri.

Gökmen Karadağ
28 Ekim 2010

Toplam Yorum: ...
captcha
Resimde gördüğünüz harfleri yukarıdaki alana giriniz