Bambaşka bir yazıyla merhaba diyecektim sizlere ama Türkiye burası. Çok akışkan, devingen, kaygan... Akşam yatarken bıraktığınızdan bambaşka bir manzara karşılayabiliyor ertesi gün sizi İki gündür medyada üniversitemiz konuşuluyor. Televizyon ekranlarında, orta sahanın o güzelim binalarından, çimlerinden, ağaçlarından, oradan oraya yürüyen öğrencilerinden oluşan fonun üzerinde neresinden tutsanız elinizde kalan sağlıksız bir tartışma yürütülüyor. Hassas bir konu özensiz ellerde yaralayıcı hale geliyor.
Hikaye Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenmesi planlanan “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” başlıklı konferansın, TBMM’de hem iktidarın hem de muhalefetin şimşeklerine hedef olmasıyla başladı. Ancak hikayenin burada bitmeyeceği konuşmaların üslubundan, konuşmacıların ses şiddetinden, kullandıkları bazı yaralayıcı ifadelerden belli olmuştu. Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve CHP milletvekili Şükrü Elekdağ konferansı, ağırlıklı olarak, 1915’te yaşananların soykırım olduğu savına yakın isimlerin çağrıldığını öne sürerek eleştiriyorlardı. Ve Çiçek’in sözleri şöyle devam ediyordu: “Bu millete küfretme, bu milletin nüfus cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, ihanet etme dönemini artık kapatmamız lazım.”
İşi adeta vatan hainliğine götüren bu ifadeleri daha ilk duyduğumda tehlikeyi görmüştüm. Tartışma bunun üzerinden yürüyecekti ve bir sürü önemli ayrıntı gözden kaçacaktı. Ayrıca olaya en tepeden bakıldığında görülen manzara şuydu: Boğaziçi, Bilgi ve Sabancı Üniversiteleri’nden bir grup bilim insanının yapmak istedikleri bir toplantı (içeriği, yöntemi, profili her ne olursa olsun) iki siyasinin konuşmasıyla ortaya çıkan gergin atmosferin baskısı altında yapılamamıştı. Nitekim Brüksel’den görülen manzara da buydu.
Kaldı ki Çiçek’in Türkiye’de Ermeni soykırımı savını destekleyen bir tarihçi için bu ifadeleri kullanmasını makul görürsek o zaman Ermenistan’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde bu savı reddeden bir Ermeni tarihçiye de Ermenilerin hain gözüyle bakmasını beklemek gerekir. Bu durumda bizzat Çiçek’in üyesi bulunduğu hükümetin Ermenistan’a yaptığı ‘ortak komisyon kuralım’ çağrısı hükmünü yitirmez mi? Olası bir ortak komisyonun üyeleri işlerini yaparken, yani tarihi bilimsel yöntemlerle ele alırken, “Hükümetimden acaba hain damgası yer miyim?” kaygısıyla mı çalışacaklardı?
Çiçek’in sözleri şöyle bitiyordu: “Keşke, Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim. Şimdi, YÖK ne yapacak Boğaziçi Üniversitesi ne yapacak onu merak ediyorum.”
Boğaziçi ne yapacağını o akşam bir açıklamayla duyurdu, konferansı erteledi. Ama açıklamadaki şu nüans önemliydi: “Henüz gerçekleştirilmemiş olan bir konferansın içeriğiyle ilgili peşin hükümler öne sürülmesinin, bir devlet üniversitesinin bilimsel özgürlüğünü zedeleyeceğinden kaygı duyuyoruz.”
Haziran 2005
ELEŞTİRİRKEN ÇAM DEVİRMEK
Bambaşka bir yazıyla merhaba diyecektim sizlere ama Türkiye burası. Çok akışkan, devingen, kaygan... Akşam yatarken bıraktığınızdan bambaşka bir manzara karşılayabiliyor ertesi gün sizi İki gündür medyada üniversitemiz konuşuluyor. Televizyon ekranlarında, orta sahanın o güzelim binalarından, çimlerinden, ağaçlarından, oradan oraya yürüyen öğrencilerinden oluşan fonun üzerinde neresinden tutsanız elinizde kalan sağlıksız bir tartışma yürütülüyor. Hassas bir konu özensiz ellerde yaralayıcı hale geliyor.
Hikaye Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenmesi planlanan “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” başlıklı konferansın, TBMM’de hem iktidarın hem de muhalefetin şimşeklerine hedef olmasıyla başladı. Ancak hikayenin burada bitmeyeceği konuşmaların üslubundan, konuşmacıların ses şiddetinden, kullandıkları bazı yaralayıcı ifadelerden belli olmuştu. Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve CHP milletvekili Şükrü Elekdağ konferansı, ağırlıklı olarak, 1915’te yaşananların soykırım olduğu savına yakın isimlerin çağrıldığını öne sürerek eleştiriyorlardı. Ve Çiçek’in sözleri şöyle devam ediyordu: “Bu millete küfretme, bu milletin nüfus cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, ihanet etme dönemini artık kapatmamız lazım.”
İşi adeta vatan hainliğine götüren bu ifadeleri daha ilk duyduğumda tehlikeyi görmüştüm. Tartışma bunun üzerinden yürüyecekti ve bir sürü önemli ayrıntı gözden kaçacaktı. Ayrıca olaya en tepeden bakıldığında görülen manzara şuydu: Boğaziçi, Bilgi ve Sabancı Üniversiteleri’nden bir grup bilim insanının yapmak istedikleri bir toplantı (içeriği, yöntemi, profili her ne olursa olsun) iki siyasinin konuşmasıyla ortaya çıkan gergin atmosferin baskısı altında yapılamamıştı. Nitekim Brüksel’den görülen manzara da buydu.
Kaldı ki Çiçek’in Türkiye’de Ermeni soykırımı savını destekleyen bir tarihçi için bu ifadeleri kullanmasını makul görürsek o zaman Ermenistan’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde bu savı reddeden bir Ermeni tarihçiye de Ermenilerin hain gözüyle bakmasını beklemek gerekir. Bu durumda bizzat Çiçek’in üyesi bulunduğu hükümetin Ermenistan’a yaptığı ‘ortak komisyon kuralım’ çağrısı hükmünü yitirmez mi? Olası bir ortak komisyonun üyeleri işlerini yaparken, yani tarihi bilimsel yöntemlerle ele alırken, “Hükümetimden acaba hain damgası yer miyim?” kaygısıyla mı çalışacaklardı?
Çiçek’in sözleri şöyle bitiyordu: “Keşke, Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim. Şimdi, YÖK ne yapacak Boğaziçi Üniversitesi ne yapacak onu merak ediyorum.”
Boğaziçi ne yapacağını o akşam bir açıklamayla duyurdu, konferansı erteledi. Ama açıklamadaki şu nüans önemliydi: “Henüz gerçekleştirilmemiş olan bir konferansın içeriğiyle ilgili peşin hükümler öne sürülmesinin, bir devlet üniversitesinin bilimsel özgürlüğünü zedeleyeceğinden kaygı duyuyoruz.”