Zinayı suç sayma girişimleri ve bunun AB cephesinde yarattığı fırtına geride kaldı. Başbakan Erdoğan partisinin ve kendisinin gündeme getirdiği ve Türkiye’de günlerce tartışılan, AB cephesinden tepki çeken konuyu bir günde Brüksel’de çözüverdi. Verheugen kameraların karşısına geçti “Tamam” dedi “Başka bir şart yok.”
Şimgi gözler 17 Aralık’ta. Ankara ısrarlı: Biz kriterleri yerine getirdik, iki yüzlülük yapmayın ! Ne gibi bir iki yüzlülük? Örneğin özellikle Fransa’nın başını çektiği referendum konusu.
Yani Türkiye’nin kaderinin bir başka ülkenin halkının oyuna sunulması. Bu farklı bir muamele. AB’nin kaderinin çizildiği çok önem taşıyan kararların ya da dönüm noktalarının hangisi tam olarak tabanın iradesine bırakıldı ki? AB’nin kaderinde şu ana kadar tabandan çok tavan, fikir babaları, bürokratlar, teknokratlar, devlet ve hükümet başkanları hele hele Fransa ve Almanya belirleyici oldu. Buna AB’nin üye sayısının 15’ten 25’e çıktığı büyük genişleme dalgası da dahil.
Peki şu anda Türkiye için telaffuz edilen referendum AB’nin genişleme sürecindeki diğer ülkelere uygulansaydı ne olurdu dersiniz?
İşte AB’nin kamuoyu araştırma kuruluşu Eurobarometer’ın Nisan 1998 sonuçları. Bakın AB üyesi ülkelerde yapılan anket sonuçlarında aday ülkelerin üyeliğine “evet” ve “hayır”lar ne oranda:
Evet
Hayır
Macaristan
53
24
Polonya
49
29
Çek Cumhuriyeti
48
28
Kıbrıs
46
29
Slovakya
43
32
Bulgaristan
42
33
Estonya
41
32
Litvanya
41
32
Letonya
41
33
Slovenya
39
35
Romanya
39
37
* Standart Eurobarometer, 49, Nisan-Mayıs 1998.
Demek ki bu ülkelerin üyeliği için de bir referandum uygulansaydı özellikle Slovenya ve Romanya için ciddi bir risk söz konusu olacaktı.
Tabii ki Türkiye tarihiyle olsun nüfusuyla olsun, işe ve kariyere susamış genç kitlesinin oranıyla olsun birçok yeni üye ülkeyle karşılaştırılmaz. Ve tabii ki kuralları koyanlar onlar. Üstelik böyle bir farklı muameleyi AB kamuoyunun gözünde meşrulaştırmak konusunda da pek sıkıntılı değiller.
17 Aralık’ta çocuklarımıza, torunlarımıza anlatabileceğimiz bir tarihe tanıklık edeceğiz. Anlatacağımız hikaye nasıl olacak? İşte o belli değil.
Ankara 17 Aralık’ta kötü bir karar çıkması durumunda “Olmazsa olmaz, N’apalım. Biz de o zaman Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz.” diyor. Burada derin bir acaba, doğal olarak çoğumuzun aklına takılıyor.
Tüm okurlarımıza yepyeni, gıcır gıcır bir yıl diliyoruz. Seneye görüşürüz.
Aralık 2004
Kopenhag Kriterleri mi Ankara Kriterleri mi?
Zinayı suç sayma girişimleri ve bunun AB cephesinde yarattığı fırtına geride kaldı. Başbakan Erdoğan partisinin ve kendisinin gündeme getirdiği ve Türkiye’de günlerce tartışılan, AB cephesinden tepki çeken konuyu bir günde Brüksel’de çözüverdi. Verheugen kameraların karşısına geçti “Tamam” dedi “Başka bir şart yok.”
Şimgi gözler 17 Aralık’ta. Ankara ısrarlı: Biz kriterleri yerine getirdik, iki yüzlülük yapmayın ! Ne gibi bir iki yüzlülük? Örneğin özellikle Fransa’nın başını çektiği referendum konusu.
Yani Türkiye’nin kaderinin bir başka ülkenin halkının oyuna sunulması. Bu farklı bir muamele. AB’nin kaderinin çizildiği çok önem taşıyan kararların ya da dönüm noktalarının hangisi tam olarak tabanın iradesine bırakıldı ki? AB’nin kaderinde şu ana kadar tabandan çok tavan, fikir babaları, bürokratlar, teknokratlar, devlet ve hükümet başkanları hele hele Fransa ve Almanya belirleyici oldu. Buna AB’nin üye sayısının 15’ten 25’e çıktığı büyük genişleme dalgası da dahil.
Peki şu anda Türkiye için telaffuz edilen referendum AB’nin genişleme sürecindeki diğer ülkelere uygulansaydı ne olurdu dersiniz?
İşte AB’nin kamuoyu araştırma kuruluşu Eurobarometer’ın Nisan 1998 sonuçları. Bakın AB üyesi ülkelerde yapılan anket sonuçlarında aday ülkelerin üyeliğine “evet” ve “hayır”lar ne oranda:
* Standart Eurobarometer, 49, Nisan-Mayıs 1998.
Demek ki bu ülkelerin üyeliği için de bir referandum uygulansaydı özellikle Slovenya ve Romanya için ciddi bir risk söz konusu olacaktı.
Tabii ki Türkiye tarihiyle olsun nüfusuyla olsun, işe ve kariyere susamış genç kitlesinin oranıyla olsun birçok yeni üye ülkeyle karşılaştırılmaz. Ve tabii ki kuralları koyanlar onlar. Üstelik böyle bir farklı muameleyi AB kamuoyunun gözünde meşrulaştırmak konusunda da pek sıkıntılı değiller.
17 Aralık’ta çocuklarımıza, torunlarımıza anlatabileceğimiz bir tarihe tanıklık edeceğiz. Anlatacağımız hikaye nasıl olacak? İşte o belli değil.
Ankara 17 Aralık’ta kötü bir karar çıkması durumunda “Olmazsa olmaz, N’apalım. Biz de o zaman Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz.” diyor. Burada derin bir acaba, doğal olarak çoğumuzun aklına takılıyor.
Tüm okurlarımıza yepyeni, gıcır gıcır bir yıl diliyoruz.
Seneye görüşürüz.