“Evet artık söyleyebiliyoruz ki Irak’a saldırı başladı sayın seyirciler...” 20 Mart Perşembe sabahı Türkiye saatiyle 04:32’de, Bağdat’taki patlamaları duyurduktan birkaç dakika sonra, bu sözlerle bildirdim TV8 izleyicilerine, savaşın başladığını. O ilk patlama sesleri, 12 yıl önceki Körfez Savaşı’ndan sonra uykuya dalan ve şimdi uyanan bir hayalet gibi ürküttü beni.
Aslında bekliyorduk saldırının başlayacağını... O yüzden geceden sabaha nöbet tutuyorduk zaten. Ve o yüzden yayındaydık o anda da. Ama yine de o ilk patlamaları işitirken, işittirirken, savaşı duyururken sesim titriyordu. Savaşın başladığını ilan eden bu ‘light!’ bombardımanı duyurmak, çalıştığım kanalda bana düşmüştü. Sesim titremişti.
Hemen ertesi gün gerçekleşen, ‘şok dalga’ dedikleri yoğun bombardımansa benim nöbetime düşmedi. Nöbetimi devralmaya hazırlanmak üzere banyoda traş olurken, ve yine aynı hazırlığın bir parçası olarak bangır bangır açtığım televizyonun sesini dinlerken, düşmeye başladı şok dalganın bombaları. Hemen ekran başına koştum. Manzara korkunçtu. Ve bu korkunç manzarayı, sunan değil izleyendim bu kez. Haberleri sunarken duygularımızı kontrol altında tutma alışkanlığımızı, haberleri izlerken de koruruz çoğu zaman. Ama o an öyle olmadı. Bombalar düşüyordu Bağdat’ın üzerine ve televizyonun sesi çok açıktı. Bombalar çok yakına düşüyordu. Ses çok yakından geliyordu. Öyle bir patlıyordu ki bütün heybetiyle gökyüzüne yükselttiği toz ve duman bulutunun altında ölüm kustuğunu bangır bangır bağırıyordu. O an haberleri sunan değil izleyen olmanın lüksünü kullanarak, olan biteni izledim, gözlerim sulanarak. Kısa bir sağanağın ardından hemen işe doğru yola koyuldum, nöbetimi devralmaya.. Ve yol boyunca düşündüm..
Bu savaşın 12 yıl önceki Körfez Savaşı’ndan ne kadar farklı başladığını düşündüm. Daha doğrusu bir önceki savaştan ne kadar farklı aktarıldığını... Öyle ya savaş da aktarıldığı kadar ve aktarılma biçimiyle savaştır... Günlerce Bağdat’ın bombalanmasına ilişkin yeşil ekranlarda uçuşan ışıklardan başka birşey izlemediğimiz 12 yıl önceki savaşla benzerdi bu da, ama artık görüntüler savaşın gerçekliğini, düşen bombaların ölüm kustuğunu çok net aktarıyordu.. Görüntüler böyle olunca da kimse bu bombardımanları, ‘4 Temmuz’ kutlamalarına benzeterek duyuramadı. Zaten bir önceki Körfez Savaşı’nın yıldızı CNN, Bağdat’ta sahnede yerini alamamıştı bu kez. Buna karşılık Abu Dhabi televizyonu, El Cezire televizyonu gibi birçok farklı kanal, savaşla ilgili tek yönlü bilgi akışını kırdı. Birinci Körfez Savaşı’nda günlerce göremediğimiz ölü ve yaralıların görüntüleri, bu kez daha savaşın başında girdi evlerimize ekranlardan.
Ama değişmeyen şeyler de vardı: Teknoloji fetişizmi... Elektronik habercilikte varılan son nokta yine baş döndürüyor. Bir tankın içinden hatta bir savaş uçağının içinden canlı yayın yapılıyor. Haberi yapılan şey değil, bizzat haberin yapılma şekli yine öne çıkıyor...
***
Bağdat’a düzenlenen ilk yoğun bombardımanı CNNTürk muhabiri Kaya Heyse Bağdat’tan canlı yayında Mehmet Ali Birand’a anlatıyordu. Henüz kariyerinin başlangıç döneminde sayılabilecek bu Boğaziçili arkadaşımız, Afganistan’da çıkardığı işlerden sonra bir başarıya daha imza attı. Cephedeki Boğaziçili muhabirler Kaya’yla sınırlı değildi. Yılların deneyimli ismi Nevin Sungur NTV için Irak’ın kuzeyinden, Hilmi Hacaloğlu da yine NTV için Kuveyt’ten bildiriyordu. Onlardan bir de Boğaziçi dergisi için bildirmelerini rica ettik. Cepheden mektup gönderdiler bize. Cephedeki Boğaziçililerden mektuplarda onların izlenimlerini bulacaksınız.
Nisan 2003
12 YIL ÖNCE, 12 YIL SONRA SAVAŞ
“Evet artık söyleyebiliyoruz ki Irak’a saldırı başladı sayın seyirciler...” 20 Mart Perşembe sabahı Türkiye saatiyle 04:32’de, Bağdat’taki patlamaları duyurduktan birkaç dakika sonra, bu sözlerle bildirdim TV8 izleyicilerine, savaşın başladığını. O ilk patlama sesleri, 12 yıl önceki Körfez Savaşı’ndan sonra uykuya dalan ve şimdi uyanan bir hayalet gibi ürküttü beni.
Aslında bekliyorduk saldırının başlayacağını... O yüzden geceden sabaha nöbet tutuyorduk zaten. Ve o yüzden yayındaydık o anda da. Ama yine de o ilk patlamaları işitirken, işittirirken, savaşı duyururken sesim titriyordu. Savaşın başladığını ilan eden bu ‘light!’ bombardımanı duyurmak, çalıştığım kanalda bana düşmüştü. Sesim titremişti.
Hemen ertesi gün gerçekleşen, ‘şok dalga’ dedikleri yoğun bombardımansa benim nöbetime düşmedi. Nöbetimi devralmaya hazırlanmak üzere banyoda traş olurken, ve yine aynı hazırlığın bir parçası olarak bangır bangır açtığım televizyonun sesini dinlerken, düşmeye başladı şok dalganın bombaları.
Hemen ekran başına koştum.
Manzara korkunçtu.
Ve bu korkunç manzarayı, sunan değil izleyendim bu kez.
Haberleri sunarken duygularımızı kontrol altında tutma alışkanlığımızı, haberleri izlerken de koruruz çoğu zaman. Ama o an öyle olmadı.
Bombalar düşüyordu Bağdat’ın üzerine ve televizyonun sesi çok açıktı.
Bombalar çok yakına düşüyordu.
Ses çok yakından geliyordu.
Öyle bir patlıyordu ki bütün heybetiyle gökyüzüne yükselttiği toz ve duman bulutunun altında ölüm kustuğunu bangır bangır bağırıyordu.
O an haberleri sunan değil izleyen olmanın lüksünü kullanarak,
olan biteni izledim, gözlerim sulanarak.
Kısa bir sağanağın ardından hemen işe doğru yola koyuldum, nöbetimi devralmaya..
Ve yol boyunca düşündüm..
Bu savaşın 12 yıl önceki Körfez Savaşı’ndan ne kadar farklı başladığını düşündüm. Daha doğrusu bir önceki savaştan ne kadar farklı aktarıldığını... Öyle ya savaş da aktarıldığı kadar ve aktarılma biçimiyle savaştır... Günlerce Bağdat’ın bombalanmasına ilişkin yeşil ekranlarda uçuşan ışıklardan başka birşey izlemediğimiz 12 yıl önceki savaşla benzerdi bu da, ama artık görüntüler savaşın gerçekliğini, düşen bombaların ölüm kustuğunu çok net aktarıyordu.. Görüntüler böyle olunca da kimse bu bombardımanları, ‘4 Temmuz’ kutlamalarına benzeterek duyuramadı. Zaten bir önceki Körfez Savaşı’nın yıldızı CNN, Bağdat’ta sahnede yerini alamamıştı bu kez. Buna karşılık Abu Dhabi televizyonu, El Cezire televizyonu gibi birçok farklı kanal, savaşla ilgili tek yönlü bilgi akışını kırdı. Birinci Körfez Savaşı’nda günlerce göremediğimiz ölü ve yaralıların görüntüleri, bu kez daha savaşın başında girdi evlerimize ekranlardan.
Ama değişmeyen şeyler de vardı: Teknoloji fetişizmi... Elektronik habercilikte varılan son nokta yine baş döndürüyor. Bir tankın içinden hatta bir savaş uçağının içinden canlı yayın yapılıyor. Haberi yapılan şey değil, bizzat haberin yapılma şekli yine öne çıkıyor...
***
Bağdat’a düzenlenen ilk yoğun bombardımanı CNNTürk muhabiri Kaya Heyse Bağdat’tan canlı yayında Mehmet Ali Birand’a anlatıyordu. Henüz kariyerinin başlangıç döneminde sayılabilecek bu Boğaziçili arkadaşımız, Afganistan’da çıkardığı işlerden sonra bir başarıya daha imza attı. Cephedeki Boğaziçili muhabirler Kaya’yla sınırlı değildi. Yılların deneyimli ismi Nevin Sungur NTV için Irak’ın kuzeyinden, Hilmi Hacaloğlu da yine NTV için Kuveyt’ten bildiriyordu. Onlardan bir de Boğaziçi dergisi için bildirmelerini rica ettik. Cepheden mektup gönderdiler bize. Cephedeki Boğaziçililerden mektuplarda onların izlenimlerini bulacaksınız.